Çam Ağacının Gölgesinde oggito.com 'da
- 14 Eki 2023
- 3 dakikada okunur

Bu roman, pek çok yolculuğun kesiştiği, birbirini beslediği, biçtiği bir örüntü olarak da okunabilir.
Zaman ve mekân iki büyük muamma olarak varlığın kumaşını dokur. Bunu dikkate almadan hayatın anlamlandırılması ya da sanatın yorumlanması mümkün olabilir mi? Bu soruya verilmiş bir cevap sayabileceğimiz eserler ortaya koymak binlerce yıldan beri insanoğlunun en büyük gayelerinden bir oldu. Handan Kılıç da bu soruya yazdığı Çam Ağacının Gölgesinde adlı romanıyla bir cevap arıyor.
Genel hatlarıyla Girit’ten İzmir’e, oradan da başka şehirlere ve sonunda yine İzmir’e uzanan bir göçerlik anlatısı olarak da tanımlanabilecek bu roman, okuyucuyu aktardığı anlatı evreni itibarı ile yer, yerleşme, göç gibi olgular üzerine düşünmeye zorluyor. Zorluyor diyoruz çünkü kitapta anlatılan yolculuklar hep bir icbar ile başlıyor. İnsanlar, yaşamlarının dalları, kökleri parçalanmış halde yeni bir dünyaya, yeni bir hayata ve bunların içine gizlenmiş binlerce oluşa mecbur bırakılıyor. Elbette insanlık tarihi bir bakıma göçler tarihidir. İlkel atalarımızdan günümüze siyasi, dini, sosyal sebeplerle göçler hep oldu ve hala da olmakta. Bir mekândan, varlığın kaynağından gelen besin azaldığında ya da kesildiğinde ayrılmakla kök saldığı bir yerden koparılmak bambaşka yollara çıkıyor. Biz romanda yazarın kendi yolcuğunda önemli bir durakta/ duraksamada kendi köklerine dair toprağı kazmasını, eski sandıkları açmasını, eski fotoğraflara hapsolmuş geçmiş zamanı, samimi bir kalemin satırlarını okuyarak takip ediyoruz.
Roman, kadın kahramanların bazen durgun, bazen coşkulu yaşam ritimlerini, İzmir’in çiçekli ruhundan da katarak işliyor. Kadınların göç sırasında ve sonrasında yaşadıklarını, günümüzden bakınca modern psikolojinin devasa travmalar olarak değerlendirip en akademik reçeteleri sunacağı acıları, bu acılarla nasıl başa çıkabildiklerini, dişil enerjisinin yaratıma yönelik yönünün ne kadar zengin ne kadar yenilenebilir olduğunu gözler önüne seriyor. Ve bu kadınlar acılara, engellere karşı koyma bilgeliklerini nesilden nesile, dişilden dişile bir muzip fıkra, bitmeyen bir sessizlik, dans, sızlanma, işve, atağa geçme, infilak ve bazen de birkaç şiirsel kelimeyle nasıl anlatıyor sorusuna cevaplar veriyor yazarın kaleminden. “Baba arkada dağ, ana gezindiğin bağ” bu cümlelerden sadece biri.
Dağ ya da “ilk aşk” ifadesiyle karşımıza çıkan baba imgesi, roman içerisinde çam ağacı ile neredeyse özdeş. Yazarın akademik kariyerini tamamlayıp mesleğinde ilerlemeye başladığı dönemde işini kaybetmesi ve içine düştüğü maddi ve manevi çıkmazda bir sığınak oluyor. Baba, en ufak yer değiştirme ihtimaline karşı hep tetikte ve itiraz etmeye hazırdır. Yerleşen, yer-leşiyor. Kendini yeriyle ifade eden, inşa eden, anlamlandıran bu baba uzakta gibi dursa da kuşatıcı varlığı hep hissedilmektedir. Yazarın, hikâye anlatıcılığı ile ilgili ilk dışavurumu babasının çalışma odasında bir karanlık tünel olduğuna dair anlattığı hikayedir belki. Yazarın içini dökmek için çam ağacını tercih etmesi “yerim nerede?” sorusunun peşine düşmüş bir dimağ için son derece güvenli bir seçim olsa gerek. O ki etrafında değişen şeylere rağmen hala ayaktadır. Yazma yolculuğunda yazarın elinden tutan da çam ağacıdır. Tıpkı bir baba gibi.
Babanın romanda anlatılan diğer erkek kahramanlardan en önemli farkı, “sabitliğidir.” Diğer erkek kahramanların yaşam tarzları gelgitlidir bazen, ruhları hep bir göç halindedir. Daha sarsıcı olan erkek kahraman “hareketliliği” ise yıkılan bir imparatorluğun varlık savaşına gidişleridir. Pek çok giden gibi onlar da geriye dönmezler. Kavrayıp çeperini kapattıkları evlerde, yuvalarda gedikler açılır. Kadınlar bu çeperlerdeki açığı kapatmak için hayatın başka boyutlarını yoklarlar. Bazen doğa da kadınlara ve erkeklere kendi felaketlerinden bir imtihan demeti sunar. Onlarsa yeniden ve yeniden döngüyü canlı tutmak için ruhlarının derinliklerine, acılarına, umutlarına, inatlarına ve en çok da birbirlerine tutunurlar.
Bu roman, pek çok yolculuğun kesiştiği, birbirini beslediği, biçtiği bir örüntü olarak da okunabilir. Yer, yerleşme, göç, sürgün gibi olgular üzerine düşünmeye dair davetinin içine “asıl yurdumuz neresidir?” sorusunu da sıkıştıran roman bölümlerinin içinde parlayan birçok –kendi başına– hikâye ve romanlarla beraber yola çıkanları, yola zorlanmışları, yerleşmeye çalışanları bekliyor.
Yorumlar